Hoşgeldiniz  

TPD’den Bonzai Raporu

SEMİH KÖKEN | 17 Kasım 2014 | Yaşam A- A+

Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından düzenlenen 50’inci Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde yapılan basın toplantısında Türkiye Psikiyatri Derneği Alkol Madde Kullanım Bozuklukları Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Cüneyt Evren Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Sentetik Esrar Türevleri (Bonzai) İle İlgili rapor hakkında bilgilendirme yaptı.

Doç. Dr. Cüneyt Evren, Sentetik Esrar Türevleri (Bonzai) ile ilgili yaptığı açıklamada; “ Ülkemiz bağımlılık politikalarının çağımız koşullarına uygun olarak oluşturulmasına ve ilgili tüm kurum ve kuruluşların sorumluluklarını ciddiyetle ele almaları gerekmektedir. Hastalara sağlıklı bir tedavi uygulanabilmesi için tedavi kurumlarında SK tarama testleri hızla yaygınlaştırılmalıdır. Sentetik kannabinoidler (SK)ya da sentetik esrar türevleri Türkiye’de “Bonzai” adı ile bilinen, beyni etkileyen, bağımlılık yapan maddelerdir. Bu maddelerin kullanımı son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artmaktadır. SK’ler Çin’de ve Hindistan’da laboratuvar ortamlarında toz halinde üretilerek tüm dünyaya dağıtılmaktadır. Bu maddeler daha sonra çeşitli çözücüler içinde çözülmekte ve bitki karışımlarının üzerine püskürtülmekte, kurutulduktan sonra paketlenerek satışa sunulmaktadır. Çok sayıda ticari markaları ve isimleri olmakla birlikte Türkiye’de yaygın olarak kullanılan isimler “Bonzai” ve “Jamaika”dır. Ne yazık ki günümüzde bu madde oldukça kolay ulaşılabilir bir hale gelmiştir. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında internet siparişi yoluyla çok kolay ulaşılabildiği dikkat çekmektedir. Bu siteler kapatılsada yeni siteler vasıtasıyla dağıtımı yapılabilmektedir. Ayrıca satışa sunulan paketler üzerinde paketin içeriği hakkında bilgi verilmemekte ya da yanlış bilgiler yer almaktadır. SK’ler ilk ortaya çıktıklarında henüz yasal düzenlemelere tabi olmadıklarından ve maddenin vücutta parçalanması sonucunda oluşan son ürünleri saptamaya yönelik olarak her zaman yapılan tarama testlerinde saptanamadıklarından kısa sürede yaygınlaşmıştır. Bu maddeler öncelikle ilk piyasaya çıktıklarında yanlış tanıtıldıkları ve denetlenmedikleri için bağımlılık yapmayan keyif vericileri denemek isteyen ya da yeni bir madde arayışında olan ancak yasal süreçlerden endişe edenler ve adli kontrole tabi olan kişiler arasında kullanılmaya başlamıştır. Ancak SK’lerin kullanımındaki artış ve karşılaşılan sorunun büyüklüğü fark edildikten sonra tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önlemler alınmaya başlamıştır. Türkiye’de 2011’den bu yana SK’ler Uyuşturucu Maddelerin Denetlenmesi Hakkında Kanuna tabi hale gelmişlerdir. 2013 yılında bakanlar kurulu kararıyla bu kanunun kapsadığı SK’lerin kapsamı genişletilmiştir. Ancak yasal önlemleri aşabilmek için sürekli olarak yeni SK’ler piyasaya sürülmektedir. SK’leri rutin madde tarama testlerinde saptanamamaktadır, ancak yakın zamanda bazı devlet hastanelerinde bazı SK türlerinin taramasını yapan testler denenmeye başlanmış, ne yazık ki henüz bu testler yaygın hale gelmemiştir. Çoğu hastanede halen SK kullandığını belirterek tıbbi yardım arayışına giren kişilere herhangi bir tarama test uygulanamamakta, bu durum tanı, tedavi ve hastanın tedavi sürecini takipte tıbbi ve adli açıdan zorluk yaratmaktadır. SK den ilk haberdar olunma şekillerinden biri de bu tür maddeleri kullanan kişilerin ciddi yakınmalarla acil servislere başvurmaları ile olmuştur. SK kullanımı sonrasında kişilerde çarpıntı, göğüs ağrısı, huzursuzluk, solunum güçlükleri, kusma ve bulantı, bilinç kaybı, varsanılar ve sanrıların yanında intihar düşüncesi ya da girişimi, kendine ve başkasına zarar verici davranışlar, kalp krizi, böbrek yetmezliği ya da epileptik nöbetler gibi hayatı tehdit edebilecek belirtiler de görülebilmekte, ölüm vakaları bildirilmektedir. Bu maddenin kullanımı sonrasında gerçeği değerlendirmenin bozulduğu şizofreni benzeri psikotik tablolarla da karşılaşılmaktadır. Bu yüzden SK kullanımı sonrasında kişiler yaşadıkları fiziksel ve psikiyatrik belirtiler nedeniyle sıklıkla acil tıbbi yardım başvurusunda bulunmaktadır.

SK’lerin bağımlılık yapıcı etkileri oldukça yüksektir. Kullanan kişilerde çok sık kullanma ihtiyacıyla kısa sürede bağımlılık geliştirebilmektedir. SK kullanım bozukluğu olan kişiler bu maddeyi bırakmaya çalıştıklarında ise terleme, uykusuzluk, çarpıntı, huzursuzluk, bedensel ağrılar, bulantı ve kusma gibi yoksunluk belirtileri yaşayabilmekte bu belirtiler geçici de olsa maddeyi bırakmak isteyen kişiyi zorlayabilmektedir. SK’leri bırakmak isteyen kişilerin psikiyatri polikliniklerine ya da bağımlılık merkezlerine yardım başvurusunda bulunmaları, burada ayaktan ya da yataklı tedavi programlarına katılabilmeleri bağımlılık problemlerinin üstesinden gelinmesinde çok önemli bir faktördür.

Son zamanlarda medyada sıklıkla “bonzai” kullanımı ile ilgili haberler çıkmakta, “bonzai” kullanımı sonrası görülen ölüm vakalarından bahsedilmekte ya da bu maddeyi kullandığı iddia edilen kişilerin görüntüleri internet üzerinden paylaşılmaktadır. Toplumun sağlıklı olarak bilinçlendirilmesi ve SK’ler konusunda uyarılarak önlem alınmasında medyaya çok önemli bir rol düşmektedir. Ancak adımlar doğru atılmalı, bu maddeyi özendirici olabilecek bilgi aktarımından kaçınılmalıdır. Bu konuda bilimsel gerçeklikle hareket edilmeli günlük söylemlerden kaçınarak ilgili kurumlarla işbirliği içinde topluma bilgi sunulmalıdır.

SK’ler ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Ne yazık ki yapılan çalışmalar SK kullanımının özellikle gençler arasında yaygın olduğunu göstermektedir. Bu da alınacak önlemlerle ilgili kararların acilen yürürlüğe konması gerektiği konusunda bizi uyarmaktadır. Gerek SK kullanımının önüne geçilebilmesi için gerekse bundan sonrada karşımıza çıkabilecek bu tür maddelere karşı şimdiden ciddi önlemler alınmalı, öncelikle kolay erişimin engellenmesi sağlanmalıdır. Halkımızı doğru olarak bilgilendirecek, yönlendirecek ve koruyacak projeler oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bu projelerde hekimler, medya, emniyet, sivil toplum kuruluşları birlikte hareket etmeli ve önleyici çalışmalarda bulunulmalıdır. Madde kullanımı olan kişiler madde bağımlılığı tedavi merkezlerinden yardım alabilecekleri konusunda bilgilendirilerek bu kurumlara yönlendirilmelidir. Ayrıca hastalara sağlıklı bir tedavi uygulanabilmesi için tedavi kurumlarında SK tarama testleri hızla yaygınlaştırılmalı, sürekli yeni bir çeşidi ortaya çıkan SK’lerle ilgili yasal açıkların büyümemesi için bu maddeler yakından takip edilmeli ve düzenlemelerin güncel kalması sağlanmalıdır.

SK kullanımı ile ilişkili olarak acil servislere, psikiyatri polikliniklerine ve aile hekimlerine çok sayıda hasta başvurmaktadır. Kısa süre içerisinde, önleme programlarının yanı sıra tedavi için başvuran SK kullanıcılarına yaklaşım konusunda ilgili tıbbı dalların birlikte hareket edebileceği multidisipliner bir tedavi planı oluşturma zorunluluğu acilen gerekmektedir.

Tüm bunların ışığında ülkemizin bağımlılık politikalarının çağımız koşullarına uygun olarak oluşturulmasına ve ilgili tüm kurum ve kuruluşların sorumluluklarını ciddiyetle ele almalarına ihtiyaç olduğu bir kez daha görülmektedir.  Madde kullanımını ve madde kullanım bozukluğunu çağımızın ciddi bir sorunu olarak ele alıp uzun vadeli ve kalıcı devlet politikaları geliştirmeli ve gerekli önleme ve tedavi programları üretilmelidir” dedi.

MÜLTECİ RAPORU

Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından düzenlenen 50’inci Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde yapılan basın toplantısında Psikiyatri Derneği Örgütlenme Sekreteri Uzm. Dr. Şahut Duran komşu ülkelerde yaşanan savaşlardan kaçarak Türkiye’ye sığınan Mülteciler ile ilgili olarak hazırladıkları rapor ile ilgili açıklama yaptı.

Uzm. Dr. Şahut Duran yaptığı açıklamada; “ Savaş sağlık açısından insan eliyle oluşturulmuş doğal olmayan olağan dışı bir durum olup “önlenebilir” bir halk sağlığı sorunudur. Buna rağmen her yıl savaş nedeniyle binlerce insan yaşamını kaybetmektedir. Sadece yanı başımızdaki Suriye’de Mart 2011’den bu yana iç savaşta yaşamını yitirenlerin sayısı 162 binin üzerindedir.

Öte yandan savaşlarda ölümlerin %20’si şiddete, silahlı yaralanmalara bağlı iken, %80 oranında yaşam koşulları ve hastalıklara bağlı olmaktadır. Özellikle susuzluk, yetersiz beslenme, işlevsel olmayan atık sistemi, sağlık hizmetlerinin bozulması, ishaller, enfeksiyonlar, sıtma vb. hastalıklar başlıca ölüm nedenleridir.

Savaşlarda, başta, yaşanan kayıplar, yaşam yeri ve ortamının değişmesi, göç, geleceğe dair belirsizlik gibi nedenler ruh sağlığı ile ilgili sorunlar olarak sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Bu rahatsızlıklardan en sık görülenleri; anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları, intihar eğilimi, Akut Stres Tepkisi, post travmatik stres bozukluğudur.

Komşumuz Suriye’de yaşanan iç savaş ve Ortadoğudaki IŞİD terörü Türkiye’de çok sayıda savaş mağduru mültecinin yerleşmesine neden olmuştur. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin raporlarına göre ülkemize 2011’den bu yana iç savaştan kaçan 1 milyon 600 bin kişiden fazla mülteci giriş yapmıştır.

TPD baştan beri mülteci akımını izlemekte ve bu konuya özel önem vermektedir. Derneğimiz, son dönemlerde özellikle IŞİD terörüne maruz kalan ve Türkiye’ye sığınan başta Ezidiler ve Kobani’den gelen mülteciler olmak üzere ülkesinden göç etmek zorunda kalan savaş mağdurlarının sağlık sorunlarını görebilmek ve buna dair çalışmalar yapabilmek için bölgeye temsilciler göndermiştir. Bölgede yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerimizi bilgilerinize sunuyoruz:

Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak ve sonrasında Suruç’ta yapılan değerlendirmeler sonucunda 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte bölgeye göçün giderek arttığı ve bunun bölgede kültürel, ekonomik ve sosyal sorunlara yol açtığı gözlenmiştir. IŞİD teröründen kaçan Ezidiler ile Kobane halkının sığındığı yerlerden biri de Türkiye olup halen yaklaşık 29000 Ezidi ile 50 binin üzerinde Kobane’li Kürt Türkiye’nin güneydoğusuna yerleşmiştir. Mültecilerin kaldığı çadırkent ve kamplarda temel ihtiyaçların (besin, sağlık, barınma)  karşılanmasında güçlükler yaşandığı, psikososyal faaliyetlerin yok denecek kadar az olduğu gözlenmiştir. Bölgeye göç eden Ezidi sığınmacıların temel talepleri Avrupa’ya gitmek şeklinde olduğundan bu taleplerin karşılanmaması nedeniyle sık sık kamp değiştirdikleri gözlenmiştir. Göç sorunun bölge düzeyinde kalmayacağı ve özellikle Avrupa ülkelerine kaçak da olsa bir şekilde gitme çabalarının olacağını düşünmekteyiz.  Dolayısıyla bu sığınmacı sorununun ulusal bir sorun olmaktan çıkıp uluslararası bir sorun haline gelebileceği muhtemeldir.  Bu yüzden sığınmacılara yönelik yardımın uluslararası düzeyde özellikle Bileşmiş Milletler’in olduğu bir yapı içinde hızlıca yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Bölgede yeterli psikososyal çalışma yürütülmediğinden gerek ulusal gerekse uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından savaş travmasına maruz kalarak ülkemize sığınan mülteciler başta Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Depresyon ve Kaygı Bozuklukları olmak üzere birçok ruhsal hastalıkla boğuşma riskiyle karşı karşıyadır.

Halen sıcak çatışmaların devam ettiği bölgede Türkiye’ye gelenlerin sayısının daha da artacağını, göç dalgaları ve toplumsal hayat incelendiğinde, göçmenlerin kalıcı bir şekilde yerleşmeye başladığını görmekteyiz. Bu konuda ruh sağlığı hizmetlerinde farklı bir yaklaşım gerektirmektedir. Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Meslek Örgütleri ve Sivil Toplum Örgütlerinin ortak bir çalışmayla bölgeye dair kısa ve uzun vadeli programlar yaparak çözüme katkı sunması temel ihtiyaç olarak durmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bu çalışmaların tamamının paydaşı olacak ve mültecilerin ruh sağlığı açısından üzerine düşeni yapmaya devam edecektir” dedi.

Etiketler:

EN SON HABERLER

© 2020 KEMER HABER Tüm Hakları Saklıdır ~ İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Reklamı Gizle
Reklamı Gizle